Uluslararası Deniz Hukukunda Askeri Faaliyetlere Karşı Gösterilen Tutum
Kaynakların kullanımı 1982 yılında yapılan Konferansın ana teması olmuştur. Kıta sahanlığı, açık denizler, iç sular, münhasır ekonomik bölge, karasuları gibi önem arz eden kavramları ana hatlarını tekrar çizmiş ve böylelikle taraf devletlerle bir uzlaşma sağlanmıştır. Buna karşılık askeri operasyon kabiliyeti ve kapsamına dönük konular gölgede kalmıştır. Sözleşme okyanusların ve denizlerin barışçıl kullanımını teşvik etmekte ve askeri faaliyetleri yasaklamaktadır. Ancak askeri faaliyetlerin hem denizlerde hem de okyanuslarda süregeldiği de bir gerçektir. Bundan dolayı uluslararası deniz hukukunun getirmiş olduğu yaptırımlar ve ilkeler mucibince devletler üzerinde ne kadar etki sahibi olduğu konusu tartışmalı olmaktadır. Her ne kadar sözleşmenin taraf devletlere karşı eşit bir şekilde bağlayıcılığı söz konusu olsa da; politik, teknolojik veya askeri olarak güçlü devletlerin sözleşme maddelerini suistimal etmeye ve uymamaya yönelik niyetleri kolayca görülmektedir. Bununla birlikte askeri operasyonlara yönelik, yerine göre uygulama ve yaptırımların değişmesi de hassas olan konulardan biridir. Çoğunlukla devletler yukarıda adı geçen ve ortaya konan kavramları esneterek lehlerine argüman oluşturacak şekilde kullanmaktadırlar.
i) Bir Devletin İç Sularındaki Yabancı Askeri Faaliyetler
İç sular tanımı kıyı devletinin bir parçası olarak kabul edilen, uluslararası hukukun getirdiği birtakım sınırlamalara tabi olmaksızın, kıyı devletinin yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kullanabileceği mutlak egemenlik sahası anlamına gelmektedir.[1] Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS)’ta da “… karasuları esas hattının berisinde kalan sular”[2] diye nitelendirilmiştir. Bir diğer tabir ile karasuların başlangıç noktasından karaya doğru olan kısım olarak ta ifade edilebilir. Bir devletin iç sularında yabancı deniz kuvvetleri zararsız geçiş hakkı talep edemeyeceğinden askeri faaliyetlerde bulunma hakları bulunmamaktadır. Gerekirse, yabancı askeri gemiyi devre dışı bırakmak ve durdurmak için kıyı devleti lehine kuvvet içeren önlemlere bile izin verilir. Bu gereklilik sadece kendini savunma durumunda değil, aynı zamanda kıyı devletinin, güvenliği için gerekli olan izinsiz bir gemiden veri kurtarmayı düşündüğü durumlarda da ortaya çıkabilir. Yabancı bir askeri gemi kıyı devletinin iç sularını açıkça ihlal ettiğinde, karasularındaki zararsız geçiş ihlali durumunda yapılacak olan aynı kurallar uygulanmaktadır.
ii) Bir Devletin Karasularındaki Yabancı Askeri Faaliyetler
Geçmişte yabancı savaş gemilerinin bir başka devletin karasularından geçerken askeri faaliyet düzenlemesi sorusu yabancı devletin zararsız geçiş hakkından yararlanıp yararlanmayacağı hususu üzerine yoğunlaşmaktaydı. Zararsız geçişten bahsedilecek olursa; uluslararası hukuk kapsamınca yabancı gemilerin kıyı devletinin barışına, düzenine ve güvenliğine zarar vermeyecek şekilde geçişini içermektedir. 1958 sayılı Cenova Konferansı’nda bu husus çok irdelenmemiş olup zararsız geçiş kavramındaki konu unsuru hakkında basitçe “gemi” denilerek geçiştirilmiştir.[3] İleride yol açabilecek bu karmaşıklığın giderilebilmesi için Uluslararası Hukuk Komisyonu (ILC)[4] savaş gemilerine de istisnai durumlar dahilinde geçiş hakkı tanımış lakin sonrasında bu hakkı kıyı devletinin iznine ve önceden yetkilendirmesine tabi tutmuştur.[5] Şimdiye kadar savaş gemilerinin zararsız geçiş hakkına sahip olduğu görüşünü savunan gelenekselciler, savaş gemilerinin ticari gemilerden farklı amaç taşıdığını bu yüzden zararsız geçiş hakkına sahip olmadığını savunanlardan üstün gelmiştir. Bu gelişmelerle birlikte 1982 tarihli üçüncü konferansta bu konu masaya alınmıştır. Savaş gemilerine yabancı bir devletin karasularındayken zararsız geçiş hakkı tanınmış ancak bu geçiş esnasında herhangi bir askeri faaliyet düzenlenemeyeceği şartı getirilmiştir. Kıyı devletinin huzuruna, barışına ve güvenliğine zarar veren aktiviteleri de tanımlarken askeri talimler, silahların ateşlenmesi, uçakların gemiden kalkması, tehditte bulunulması veya güç uygulanması gibi yalnızca savaş gemilerinin kabiliyetleri arasında olan aktiviteler yer almaktadır.[6] Karasulardaki askeri faaliyetler sadece su yüzeyini değil aynı zamanda su altı ve deniz yatağında olabilecek olan faaliyetleri de kapsamaktadır. Denizaltıların ve diğer su altı taşıtlarının başka bir devletin karasularından geçerken kendini görünür kılacak şekilde yüzeyden geçmesi ve bayrak çekmesi de yine bu kurallar dahilindedir. Deniz Yatağı Silahları Kontrolü Antlaşması’nda[7] da devletlerin on iki mil kıyı bandının ötesine nükleer silah ve kitle imha silahları koymalarını yasaklamaktadır. Günümüzdeki istişareler ve sözleşmelerle beraber 1958 tarihli Konferans’taki ikircikli ve kapsamı tam anlaşılamayan zararsız geçiş kavramı bir zemin üzerine oturtulmuştur.
Bir devletin karasularında güç kullanımı, savaş durumunun yanı sıra iki ayrı durumda da karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, kıyı devletlerinin yabancı gemilerin kışkırtıcı veya saldırgan bir eylemine binaen tepki göstermesiyle ortaya çıkmaktadır. İkinci durum ise, yabancı bir devletin kıyı devletine karşı seyrüsefer iddiaları öne sürdüğü zaman ortaya çıkmaktadır. 1968’deki Pueblo olayı ilk durumu desteklemektedir. Kuzey Kore casusluk faaliyetleri yapan Amerikan gemisi Pueblo’yu ele geçirmiş ve karşılıklı mutabakat sağlanıncaya kadar gitmesine izin vermemiştir.[8] İkinci durumu destekleyen örnek ise 1981 yılında Sirte Körfezi Olayı’nda da Libya kendi kıyı güvenliğini koruma hakkını savunurken, Amerikan donanması da seyrüsefer hakkının getirdiği özgürlüğü savunmuş; bu sebeple de bir çatışma çıkmıştır.[9] Bu iki olayın ışığında karşımıza kıyı devletinin egemenlik gücü dolayısıyla ortaya koyacağı gücün sınırıyla yabancı devletin askeri gücünün özgürce seyrüsefer etme hakkı kapsamının çatıştığı görülmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi bu hak devletlerin politik, teknolojik ve askeri gücüyle doğru orantılı olarak yaptırım yapabilme ve güç uygulayabilme kabiliyetini arttırmaktadır. Dolayısıyla uluslararası topluluktan söz edildiği zaman kanunların taraf devletlere eşit bir şekilde bağlayıcılığı hakkında yorumlama yapılırken bu faktörlerin düşünülmesinde de fayda bulunmaktadır.
iii) Bir Devletin Münhasır Ekonomik Bölgesindeki Yabancı Askeri Faaliyetler
Münhasır ekonomik bölge Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS)’ta 55 ile 60. Madde arasında düzenlenip tanımlanmıştır. “…karasularının ötesinde ve bu sulara bitişik bir bölge olup…”[10] ve “karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milinin ötesine uzanmayacaktır.”[11] diyerek kapsamını belirtmiştir. Bahsedilen bu bölge canlı cansız, deniz yatağının altında, su yüzeyinde ve içinde olan doğal kaynakların muhafazası, araştırılması, işletilmesi ve idaresine ilişkin varolan kıyı devletine ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan bir kavramdır. Karıştırılmamalıdır ki bu alan kıyı devletine tam anlamıyla mutlak egemenlik hakkı tanımayıp, yalnızca doğal kaynaklar üzerinde münhasır bir yetkilendirme tanımıştır. Böylelikle diğer devletlerin açık denizlerde sahip olduğu birçok hak bu bölgede de varlığını sürdürmektedir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS)’un 57.maddesi; “Münhasır ekonomik bölgede, sahili bulunsun veya bulunmasın, bütün devletler, işbu sözleşmenin ilgili hükümlerinde öngörülen şartlar içerisinde, 87. Maddede söz konusu olan seyrüsefer serbestliği ile uçuş serbestliğinden ve denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme serbestliğinden; keza, bu serbestliklerin kullanımına ilişkin olarak, özellikle gemilerin, uçakların ve denizaltı kabloları ve petrol borularının işletilmesinde, denizin uluslararası diğer yasal amaçlarla kullanılması serbestliğinden işbu Sözleşmenin diğer hükümleri ile bağdaşır bir şekilde yararlanırlar.” şeklinde bir tanımlama yaparak diğer devletlerin hangi amaçlarla bu bölgeden yararlanacağını belirtmiştir.
Sözleşmenin 58. ve 301. Maddeleri kapsamınca münhasır ekonomik bölgede yürütülen her türlü askeri faaliyet; barışçıl amaçlarla yapılmalı, tehdit unsuru içermemeli ve kuvvet kullanılmamalı aynı zamanda da kıyı devletinin haklarını da ihlal etmemelidir. Bunun yanı sıra Sözleşmenin 87. Maddesi münhasır ekonomik bölgede hangi yabancı deniz askeri faaliyetlerinin yasal olduğunu netleştirmemektedir. Tartışmalı etkinlikler askeri manevralar; silah testleri, istihbarat gemileri veya uçaklar tarafından stratejik bilgilerin toplanması, uçak veya başka herhangi bir askeri teçhizat veya cihazın fırlatılması gibi faaliyetleri de kapsamaktadır. Her ne kadar bazı yazarlar münhasır ekonomik bölgede kıyı devletinin kaynakları araştırma ve işletme rolüne binaen yabancı deniz kuvvetlerinin savaş gemilerinin geçişi yerine askeri kullanımı için bir engel teşkil ettiğini söyleseler de bir kısmı da bölgenin bu faaliyetler için engel olmadığı kanaatindedir.[12] 1982 tarihli Konferans’ta bir kıyı devletinin münhasır ekonomik bölgesinde yabancı bir devletin seyrüsefer dışında denizcilik operasyonları yapabilmesi için izne tabi olması girişimi başarılı olmamıştır. Bu girişim kıyı devletinin münhasır ekonomik bölgesinin, yabancı devlet donanmalarının silah ateşlemeleri, patlayıcı kullanmaları ve askeri manevralar yapmaları gibi askeri faaliyetlerine karşı açık olması ve bundan dolayı bazı Latin Amerika ülkelerinin rahatsızlık duymaları sonucundan kaynaklanmıştır.
Öte yandan Sözleşmede münhasır ekonomik bölgedeki istenmeyen yabancı faaliyetlere karşı koymak için kıyı devleti tarafından ne kadarlık güç kullanımına izin verildiği de netleştirilmemiştir. Sözleşmenin 2. ve 49. Maddelerinde aynı zamanda kıyı devletinin münhasır ekonomik bölge üzerindeki hava sahasında askeri faaliyet düzenleme yetkisinin olmadığı belirtilmiş ve özellikle de bu faaliyetlerin bölgenin su sütununun veya deniz tabanının üzerinde bir etkisi olmadığı durumları da dahil ederek yetki kapsamını daha da daraltmıştır. Unutulmamalıdır ki karasuları ve adaların etrafındaki suların üzerindeki hava sahası, kıyı ve ada devletlerinin egemenliğine tabi olan ulusal hava sahaları olmaktadır. Ancak münhasır ekonomik bölge üzerindeki hava sahası uluslararası hava sahası kabul edildiğinden açık denizlerde olduğu gibi hiçbir kıyı devletinin egemenliği altına girmemektedir.[13]
Münhasır ekonomik bölge kavramı kıta sahanlığı kavramı yerine daha çok kullanılmaktadır. Kıta sahanlığı kavramının devletler bazında yeterli ekonomik bir tanımlama ve çözüm sunmadığı için 1982 tarihli Konferans’ta bu tanım karşımıza çıkmıştır. Hem ekonomik hem de hukuki bir kavram olan bu bölge tanımı pratikte daha geniş uygulama alanı bulmaktadır.
iv) Açık Denizlerdeki Askeri Faaliyetler
Açık deniz kavramından söz edilirken; tüm ülkelere açık olduğunu, hiçbir ülkenin geçerli olarak açık denizin bir parçası üzerinde egemenlik kuramayacağını ifade edilmektedir.[14] 1958 tarihli Cenevre ve 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine göre ise açık deniz, hiçbir devletin ülkesine, egemenliğine ait olmayan iç suları, kara suları, takımada devletlerinin takımada suları ve münhasır ekonomik bölge dışında kalan uluslararası deniz alanını kapsamaktadır. Hiçbir devletin egemenlik hakkının olmadığı Sözleşmede; “Hiçbir devlet, açık denizlerin herhangi bir kısmını kendi egemenliğine tabi tutmayı yasal olarak ileri süremez.”[15] denilmek suretiyle belirtilmiştir. Açık denizlerin her devletçe kullanılabileceği ilkesi de yine Sözleşmede; “Açık denizler, sahili bulunsun veya bulunmasın bütün devletlere açıktır. Açık denizlerin serbestliği, işbu Sözleşmede yer alan şartlar ve diğer uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kullanılır.” tabiriyle değinilmiştir.[16] Bu serbesti seyrüsefer serbestisi, uçma serbestisi, Sözleşmenin VI Kısmı’nda tabi olmak üzere sualtı kablo ve boru hattı döşeme serbestisi, aynı şekilde suni adalar ve uluslararası hukukun izin verdiği diğer tesisleri inşa etme serbestisi, Bölüm 2’de belirtilmiş şartlara tabi olmak üzere balıkçılık serbestisi ve kısım VI Kısmı’na tabi olmak üzere bilimsel araştırma yapabilmeyi de kapsamaktadır.[17] Gelişen teknoloji ve globalleşen dünya ile uluslararası suların ve kavramların belirlenmesi daha kolay olmuş lakin açık deniz kavramı ve devletlerin egemenlik sorunu günümüzde hala görülmektedir. Mavi Marmara ya da bir diğer adıyla Gazze Filosu Saldırısı Olayı’nda İsrail açık denizde seyreden ve Gazze’ye İsrail’in ablukası dolayısıyla yardım götürmeyi amaçlayan aktivistlerden oluşan kafileye müdahalede bulunmuş; bunun sonucunda ölümler ve yaralanmalar gerçekleşmiştir. Bu hususta İsrail’in argümanı temel olarak Gazze ablukasının hukuki durumuyla ilgili olup; abluka hukuki olarak meşru kabul edildiğinde Mavi Marmara gemisinin ablukayı ihlale yol açacağını düşünerek müdahaleyi meşrulaştırmadan ileridir. Türkiye’nin argümanı ise bütün kontrolleri yapılmış olarak yola çıkan sivil ve silahsız yolculara yönelik uluslararası sularda İsrail’in 72 mil açığında aşırı ve orantısız güç uygulanarak yapılan müdahalenin hukuksuz ve meşru olmayan bir eylem olduğudur. Açık denizde bulunan gemiler bayrağını taşıdıkları devletten uzaklaştıkça onların yetki ve egemenlik alanlarından da uzaklaşmış olmaktadırlar. Ancak açık denizlerde herhangi bir devletin egemenlik alanı olmadığı için gemideki herhangi bir anlaşmazlıkta ve hukuksuzlukta örf ve adet hukuku açısından problem olmaması için bayrak devletin kanunları geçerli sayılmaktadır.[18] Bundan dolayı açık deniz kavramını incelerken bu hususa da dikkat edilmelidir. Görülmektedir ki İsrail bu orantısız ve aşırı müdahalesiyle aslında Türkiye’ye yönelik bir eylemde bulunmuştur. Dolayısıyla her ne kadar açık deniz kavramı ve sınırları uluslararası anlaşmalarla çizili olsa da; devletlerin kamuoyundaki politik ve sosyo-ekonomik güçleri yaptıkları eylemlerdeki aşırılık ve kabiliyet açısından paralel gitmektedir.
[1]Seymen, C. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine Göre Deniz Alanlarının Sınıflandırılması: Açık Deniz Rejimi, (Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2010)
[2]UN General Assembly, Convention on the Law of the Sea, [1982], m.8 <https://www.refworld.org/docid/3dd8fd1b4.html>., Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[3]Convention on the Territorial Sea and the Contiguous Zone, (1958) (yürürlüğe giriş tarihi 1964) m.14
[4]International Law Commission
[5]Report of the International Law Commission to the General Assembly, 11 U.N. GAOR Supp. (No. 9), U.N. Doc. A/3/59 (1956)
[6]UN General Assembly, Convention on the Law of the Sea, [1982], m.19(2), <https://www.refworld.org/docid/3dd8fd1b4.html>. Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[7]Seabed Arms Control Treaty (1971) (yürürlüğe giriş tarihi 1972)
[8]The Editors of Encyclopaedia Britannica, Pueblo Incident, <https://www.britannica.com/event/Pueblo-Incident> Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[9]CIA, SIG Discussion Paper: Gulf of Sidra, <https://www.cia.gov/library/readingroom/docs/CIA-RDP83M00914R001200080005-0.pdf>, Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[10]UN General Assembly, Convention on the Law of the Sea, [1982], m.50, <https://www.refworld.org/docid/3dd8fd1b4.html>. Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[11]UN General Assembly, Convention on the Law of the Sea, [1982], m.57, <https://www.refworld.org/docid/3dd8fd1b4.html>, Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[12]Francesco F., Peacetime use of Force, Military Activities, and the New Law of the Sea, (Cornell International Law Journal, Volume 18 Issue 2,1985)
[13]Pedrozo, R. (2014). Military Activities in the Exclusive Economic Zone: East Asia Focus. International Law Studies. Vol.90. US Naval War College
[14]Selami K, Uluslararası Deniz Hukuku, (2.basım, 2008) s.237
[15]UN General Assembly, Convention on the Law of the Sea, [1982], m.89 <https://www.refworld.org/docid/3dd8fd1b4.html>. Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[16]UN General Assembly, Convention on the Law of the Sea, [1982], m.87 <https://www.refworld.org/docid/3dd8fd1b4.html>. Erişilme Tarihi: 24 Temmuz 2019
[17]Nuray K., Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Ve Deniz Alanlarına İlişkin Bazı Kavramlar, (Doğal Kaynaklar ve Ekonomi Bülteni, 20: 13-21, 2015)
[18]Derya O., “Uluslararası Hukukta Devletlerin Açık Denizde Bulunan Gemilere Müdahale Yetkisi, (Uluslararası Deniz Hukuku’nda Kıyı Devletinin Gemilere El Koyma Yetkisinin Sınırları Sempozyumu, 2011) s. 146-147.