Gizli Bilgi Edinme Faaliyeti: Casusluk
Tarih sahnesinde casusluk faaliyetleriyle uluslararası hukukun başlangıcı birbirinden farklı olmuştur. Casusluk tarihin başlangıcından beri var olmaktayken uluslararası hukuk sınır gümrükleriyle, sözleşmelerle, konferanslarla yakın tarihimizde gelişmiş olan bir olgudur. Casusluğu özü aldatma ve ihanet temelli olmaktadır. Uluslararası hukukun özü ise ılımlılık ve ortak insanlık ideası üzerinedir. Bu kavramlar yüzeysel olarak incelendiğinde bile aynı noktalarda pek kesişmediği görülmektedir. Lakin gelişen ortak hukuk bakış açısından bakıldığında devletlerin hemen hepsi her ne kadar birbirleri arasında casusluk faaliyetlerinde bulunuyor olsalar da; aynı zamanda herkesçe kabul gören hukuk normlarına da olan ihtiyaçları göze çarpmaktadır.
İstihbarat temel olarak iki kategoriye ayrılmaktadır. Bunlar bilgi toplama ve bilgiyi işleme bir diğer deyişle analiz kısmıdır. Bu kategorilerin nasıl ve nerede kullanıldığına binaen CIA üzerinden örnek verilirse bu iki bölüm: Operasyon Müdürlüğü ve İstihbarat Müdürlüğü olarak ayrılmaktadır. Operasyon Müdürlüğü’ndeki dosya memuru istihbaratı toplar ve İstihbarat Müdürlüğü’nden bir analist toplanan istihbaratı sentezlemektedir. Bunun yanı sıra gizli eylem (covert action) ise ne bilgi toplamayı ne de bir bilginin herhangi bir analizini içermektedir. ABD yasaları gizli eylemi: “Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’nin, rolünün açıkça görülmeyeceği veya açıkça tanınmayacağı bir şekilde kendi yurtdışındaki siyasi, ekonomik veya askeri menfaatlerini etkileyecek eylemlerde bulunma etkinliği”[1] olarak tanımlamıştır. Bir diğer genel tabirle gizli eylem, politika yapıcılar tarafından ulusal çıkarları ilerletmek için kullanılan birçok dış politika araçlarından biri olmaktadır. Gizli eylem yapıldığında bir ülkenin iç nüfusunu veya bunun dışındaki bireyleri etkileyen askeri, istihbarat ya da hukuk uygulama alanlarında etkileri olabilecek politik bir etki yaratması amaçlanmıştır. Gizli eylem; geleneksel istihbarat toplama operasyonları ( istihbarat edinmek, karşı istihbaratta bulunmak ve operasyonel güvenliği sağlamak, diplomatik ve askeri faaliyetlerde bulunmak, kanuni yaptırımlarda bulunmak ve aşırı aktivitelere rutin destek sağlamak) dışındaki çok çeşitli aktiviteleri de kapsamaktadır.[2] II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gizli eylemlerin yapısı değişmiştir. Aynı zamanda gizli eylemlerin istihbarat işlevi ve askeri işlevi arasındaki birçok çizgi de bulanıklaşmıştır. Casusluk faaliyetlerindeki en önemli çoğunluğu içeren gizli eylem; istihbarat toplama ve bilgi edinmenin dışına çıkarak, hukuka uygunluğun ortadan kalktığı en temel uygulamalardan biri olmuştur.
Casusluk eylemleri ve hukukun birbiriyle olan ilişkisine tekrar bakılacak olursa; casusluk ve uluslararası hukuka ilişkin literatürlerin çoğu, savaş yasalarının geçerli olduğu durumları ele almaktadır. 1907 tarihli Lahey Yönetmeliğine, Cenevre Sözleşmelerine, Cenevre Sözleşmeleri Ek Protokolü’ne veya diğer kaynaklara dayanarak, savaş zamanlarında casusluk kuralları neler olduğu açıktır. Casus; düşman hatlarının arkasında yakalanma riski taşıyan ve askeri üniforma içinde kalan ya da kendini yeterli düzeyde savaşçı olarak niteleyen bir “gözcü” (scout) olarak tanımlanmıştır.[3] Bu kişi yakalandığı takdirde de savaş esiri olarak ele alınmaktadır. Çünkü yapmış olduğu keşif görevi herhangi bir aldatmacalı bir işte ya da hainlik içeren bir eylemde bulunduğu anlamına gelmemektedir. Casusun genel tabiri ve yapmış olduğu keşif görevi kapsamı bu kadarla sınırlı kalmayıp hukuki açıdan mahiyeti ve hukuk dışına yol açabileceği eylemleri bu sınır sonrasında başlamaktadır. Bundan dolayı askeri bir üniforma giymeyen veya açık bir askeri görev belirlenmemiş olan bir casus, savaş esiri olarak korunma hakkına sahip olmamaktadır. Bulunmuş olduğu aldatma fiili yüzünden tutsak eden kimseler tarafından katı cezalara maruz kalabilmektedirler. Öte yandan eğer casus görevinden sonra askeri birliğine geri dönmüş ise ve sonrasında askeri kıyafetiyle düşman devlete esir düşerse; önceki casusluk eylemi dolayısıyla geriye dönük olarak cezalandırılamamaktadır. Dolayısıyla bir casus, casusluk görevinde başarılı olmak ve hızlı bir şekilde askeri birliğine geri dönmek için bir çaba harcamak zorundadır.
Savaş hukuku dışında casusluk ve uluslararası hukukun bağdaşımı çok olmamıştır. Richard Falk’ın da dediği gibi: “uluslararası hukuk, barış zamanı casusluk pratiğine karşı büyük ölçüde kayıtsız kalmıştır.”[4] Yalnızca iki taraf devlet arasında silahlı çatışma olması durumunda uygulanan Cenevre Sözleşmesi; casusların her zaman çalışmaya ve aktif olmaya devam etmesi yüzünden herhangi bir ihtilaf halinde onlara karşı uygulanabilirliğini etkilemektedir. Bu yüzden casuslar için bu sözleşme genellikle savaş zamanlarında geçerlidir denilebilir. Lakin silahlı çatışmalar olsa bile, genellikle hiçbir ülke herhangi bir casusluk eyleminde bulunduğunu resmen kabul etmemektedir dolayısıyla bu sebepten dolayı da casusların hukuki konumunun ne olacağı ve yapmış oldukları eylemden dolayı nasıl bir yargılama tecelli edeceği şüpheli olmaktadır. En büyük ihtilaflar ise barış zamanı olan casusluk eylemlerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü devletlerin meşru müdafaa savları veya zorunluluk hali içeren sebepleri barış zamanında ileri sürmeleri daha zor olmaktadır. Barış zamanı yapılan casusluk literatürde üç gruba ayrılabilmektedir. Bir grup barış zamanı yapılan casusluk faaliyetlerini uluslararası hukuk kapsamında hukuki olarak nitelendirirken; öteki gruplar hukuk dışı olarak nitelendirmektedir. Üçüncü grup ise gri alanda bulunmakta olup kimi hallerde hem hukuki hem de hukuk dışı olarak nitelendirmektedir.
[1] The National Security Act of 1947, 50 U.S.C. § 413b(e) (2000)
[2] ibid
[3] Convention Respecting the Laws and Customs of War on Land, Annex: Regulations Concerning the Laws and Customs of War on Land (art. 29, Oct. 18, 1907, 36 Stat. 2277)
[4] Richard A. Falk, Foreword To Essays On Espionage And International Law, (Roland J. Stanger Ed., 1962).